You are here
İnsanlaşma Mücadelesi
5 June 2021 - 22:16
İnsan yeme-içme, giyinme, uyuma, barınma gibi doğal ihtiyaçlarını karşılayarak hayatta kalır. Peki, bunlar insanlaşmaktan söz etmek için yeterli mi? Üretimdeki gelişimin tam otomasyonu mümkün kıldığı günümüzde bu soruyu her işçi kendisine sormalıdır. Çünkü gerçek anlamda insanlaşmak yaşamsal ihtiyaçları karşılamanın ötesine geçmektir. Zorunlu ihtiyaçlar için harcanan sürenin kısalması, buna karşılık kültürel, sosyal, zihinsel ihtiyaçlar için ayrılan zamanın artması, günün büyük kısmını kaplaması demektir. Yani hayatın güzelliklerinin tadına varmak, yaşamdan keyif almaktır. Bu da ancak yaşamak için zaruri çalışma süresini kısaltmakla yani daha az çalışmakla mümkün olabilir. Zorunlu çalışma süresi ne kadar az olursa, insanın yaşamın tadını çıkaracak o kadar çok vakti olur. Ve bugün üretimdeki gelişkinlik bize çok daha az çalışmanın aslında mümkün olduğunu gösteriyor.
Teknoloji patronlar sınıfının denetiminde olduğu için, üreten ve alın teri döken işçiler uzun saatler boyunca yük hayvanı gibi çalışmaya devam etti, ediyor. 1868 Amerika’sının fabrika işçilerini tasvir ediyor bu resim. Onların yaşadığı zaman yeni ve gelişmiş makinelerin icat edildiği, sanayinin geliştiği, üretimin hızlandığı döneme, yani fabrikalarda sayıları giderek artan işçi ordularının gece-gündüz demeden çalıştığı döneme denk gelir. Winslow Homer, Paydos Zamanı (Bell Time) isimli tablosuyla şehrin her yanından görülebilecek görkemli kulesiyle dikilen bir fabrikayı ve paydos zili ile işçilerin eve dönüşünü resmeder. Zamanın kasvetli havası yalnızca yorgun kadın ve erkek işçilerin yüzünde değil, yemek kovalarını tutan çocuk işçilerin uzun çalışma saatlerinden bitap düşmüş bedenlerinde de gezinir. Yeni makineler ve teknolojik ilerlemeyle çok daha kısa sürede çok daha fazla ürün elde etmek, çalışma sürelerini kısaltmak mümkündü. Ama sömürücü efendilerin düzeninde kölece çalışma koşullarına mahkûm edilen işçi sınıfı için, uzun saatler boyunca çalışmaya rağmen açlık ve yoksulluk vardı.
Deniz Ürünü Toplayan Balıkçı Kadınlar (Pescadoras de Marisco). 1912’de İspanyol ressam Ventura Álvarez Sala’nınfırçasından tüm gerçekliğiyle tuvale yansıyan bu resimdeki yüzler, yaşamın güzelliklerinin tadına varamadan göçüp gidenlerden yalnızca birkaçı. Resme keder hâkim, hem denizdeki dalgalar hem de yüzlerdeki acı bu kederi yansıtıyor. Masmavi sular, kayalara vuran dalgalar, o dalgaların sesi onların iç dünyasında huzur ve mutluluk gibi duygular uyandırmıyor. Çünkü onlar tüm zamanlarını aç kalmamak için iki büklüm eğilerek, deniz ürünlerini toplayarak, ıslanıp üşüyerek harcıyorlar. Sırtındaki yükle iki büklüm duran yaşlı kadının yüzündeki derin çizgiler ve kollarındaki kaslar, uzun, ağır ve yorucu çalışmanın izleri… Bir kez olsun dinlenmek, güneşlenmek ve suların müziğini dinlemek için bu denizin kıyısına gelmiş miydi acaba? Kayalıklar üzerinde annesine merakla bakan, gözlerinin arkasına hüzün yerleşmiş bu çocuğu nasıl bir gelecek bekliyordu? Gelecek günlerde İspanya’da işçi sınıfının daha iyi yaşam koşulları için mücadeleyi büyüttüğünü biliyoruz.
Yine Ventura Álvarez Sala’nın fırçasından bir resim. 1915 tarihli Günlük Ekmeğimiz (El Pan Nuestro de Cada Día) isimli bu tabloda yemek molası veren bir grup balıkçı, bir somun ve bir kap yemeğin etrafında toplanmış. Dinlenmeye, düşünmeye ya da yaşamın anlamını sorgulamaya yetecek vakit yok. Yemeği hızlıca bitirip işe koyulmalılar. Yaşamak günlük ekmeğimizi çıkarmak demekti, ötesi yoktu. Ancak kenarda ayakta dikilen işçi düşünmeye başlamıştı: Yaşamak neydi? Daha iyi bir yaşam mümkün değil miydi? Hemen onun yanındaki işçi ileriye bakıyor. Aklından ne geçiyordu acaba? Belki de insanın insanı sömürmediği, yük hayvanı gibi çalışmanın son bulduğu mutlu bir yaşamı hayal ediyordu. Kim bilir?
İskoç maden işçilerine ait bir sancak. Güneş dağın arkasından doğuyor ve dağın görünen yüzünde yani kapitalizmi temsil eden dünyada şunlar yazıyor: Bencillik, yolsuzluk-çürüme, savaş, açlık… Dağın arkasından doğan güneş ise sosyalizmi, yani insanlığın sömürü ve savaştan kurtulmasını temsil ediyor. Kucağındaki çocuğuyla bir emekçi kadın yüzünü güneşe yani sosyalizme dönmüş. Onları özgürlük, refah ve barış yazıları kucaklamış. En ortada şöyle yazıyor: “Karanlıktan geliyoruz ve hakkımızı talep ediyoruz!” İnsanlık muazzam yolculuklardan ve tarihsel duraklardan geçti. Ulaştığımız bilim ve teknoloji sayesinde iş saatlerini kısaltabilir, herkese iş verebilir, açlık ve yoksulluğu dünyamızdan silip atabilir, hastalıkların kökünü kazıyabiliriz. Bunun önündeki tek engel, bir avuç azınlığa hizmet eden kapitalist sömürü düzenidir. Bunca gelişmişliğe rağmen milyarlarca insan aç ve yoksul. İşi olanlar yük hayvanı gibi çalışıyor, evle iş arasında bir yaşam sürüyor. Bu düzen, emekçilerin tüm enerjisini ve zamanını emiyor. Kapitalist düzen, insanlığın ve insanlaşma hayalinin önünde eskimiş bir duvar gibi dikilip duruyor. Bu duvar yıkılmadıkça insanlık gün yüzü görmeyecektir. İnsan olmanın tadına varabilmemiz ancak kapitalist düzenin yıkılmasıyla mümkündür.