You are here
Asıl Hırsız Kim?
Avcılar’dan bir işçi
Çalışmakta olduğum işyerinde genç bir arkadaş işbaşı yapmıştı. Evli, 2 çocuk babası, neredeyse bütün mesaileri kovalayan, ek iş yapan biriydi. Ona göre çok çalışmalıydı, çünkü dört boğaz bakıyor, yetmiyor bir de banka kredisi ödüyordu. Mutfak giderleri, sağlık masrafları, küçük çocukların eksikleri derken aslına bakacak olursak bir işçi için hayli yıpratıcı bir durumdu yaşadıkları. “Manevi ve milli değerlerinin güçlü olduğunu” söyleyen bu arkadaşımız yaşanan olayları kadere bağlar ve “buna da şükür” derdi. Şüphesiz ki kimsenin inancı ya da görüşü değil konu, fakat hayat ve örgütsüzlük işçileri nerelere sürüklüyor, patronları da ne kadar arsızlaştırıyor, yaşayarak görüyoruz.
Bu arkadaşımız yazın sıcağında, klimasız fırın gibi bir ortamda kan ter içinde çalışıyor, mecburen hafta içi de elbiselerini yıkatmak için eve götürüyordu. Bu esnada elbiselerin içine lazım olur düşüncesiyle bir koli bandı atmış. Çıkışta durumu fark eden güvenlik ekipleri koli bandına el koymuşlar. Adeta büyük bir zafer kazanmış edasıyla hemen durumu fabrika yönetimine bildirmişler. Acil kurul toplanmış, konu hassasiyetle incelenmiş(!) ve bu genç arkadaşın tazminatsız olarak işten atılmasına karar verilmiş. Tekrar hatırlatayım. Konu nedir? Hırsızlık! Çalınan şey nedir, koli bandı!
İşçiler arasında dönen sohbetlerin bir kısmı şöyleydi: “Adamlar haklı, çalmasaydı”, “bugün bunu çalan yarın ne çalmaz”, “belki de başka şeyler de çalmıştır”… Tabii dinledikçe benim de sinirlerim gerilmeye başladı. Düşüncelerinin yanlış yere hizmet ettiğini dile getirdim. Çalışmakta olduğumuz işyerinde yapılan emek hırsızlıklarını, bizlerden gasp edilenleri neden konuşmadıklarını anlattım. Ayrıca televizyon ekranlarında şahit olduğumuz vurgunları, bu vurgunları yapanların nasıl itibar gördüklerini, işverenlere yapılan kıyakları, kara para aklayanları, adam kayıranları sıraladım. Derken arkadaşlar önemli oranda dediklerime hak verdi.
Sizlere de sormak isterim dostlar… Bir işçi küçücük bir şeye bile muhtaç duruma geldiyse yani biz işçileri bu duruma getirdilerse bunun sorumlusu kim? Bizleri bu duruma düşüren sermaye düzenini değil de arkadaşımızı mı suçlayacağız? İşverenler karşılığı ödenmemiş emeğimizle yani bizden çaldıklarıyla servetlerine servet katarken kimse onlara bu değirmenin suyu nereden geliyor diye soruyor mu? Açlık sınırının altında biz işçileri çalıştıranlar bu şekilde hem bizim hem de çocuklarımızın geleceğini çalmıyor mu? Neredeyse her gün her şeye zam gelirken, yılda bir zam mı bile bize çok görenleri hangi kefeye koymalı? Her ay maaşımızın yarısı kadar vergi verirken, milyon dolarlık işadamlarının yıllarca tek kuruş vergi vermemesine ne demeli?